Flash

6/recent/ticker-posts

Aynı Kıbleye Dönenler, Neden Ayrı Saflarda?

Aynı Kıbleye Dönenler, Neden Ayrı Saflarda?

 

Dünyanın dört bir yanında, milyarlarca Müslüman her gün beş vakit aynı kıbleye dönüyor. Mekke'deki Kâbe'ye yönelen yüzler, aynı anda secdeye kapanıyor. O an, farklı dillerden yükselen "Allahu Ekber" sedaları, tek bir inancın gücünü haykırıyor. Fakat ne gariptir ki, gönüllerimiz ve safımız bir değil. Kıble bir ama kalpler farklı istikametlerde…

Bu acı tabloyu anlamak için tarihe bakmak yeterli. İslam'ın ilk asırlarında Müslümanlar, vahyin aydınlığında tek bir ümmet olarak hareket etti. Medine'deki kardeşlik ruhu, Endülüs'te ilim ve medeniyet, İstanbul'da adalet ve hoşgörü olarak tecelli etti. O gün, Müslümanlar sadece toprak kazanmadı; gönüller kazandı. Ancak zamanla, dünyevileşme, çıkar çatışmaları, mezhep taassubu ve milliyetçilik, aynı kıbleye yönelenlerin safını böldü.

Bugün İslam coğrafyası haritaya bakıldığında devasa bir alan kaplıyor. Petrol, doğal gaz, tarım, genç nüfus, stratejik geçiş yolları… Her türlü imkâna sahibiz. Ama birleşemiyoruz. Ortadoğu'da birbirine silah doğrultan Müslüman ülkeler, Afrika'da çıkar çatışmasına giren kardeş devletler, Asya'da birbirini yalnız bırakan Müslüman topluluklar… Ve bütün bu parçalanmışlık, emperyalist güçlerin işini kolaylaştırıyor.

Türkiye'ye gelince… Bizim halimiz, ümmetin küçük bir aynası gibi. Aynı camide saf tutan, aynı bayram sofrasına oturan insanlar, seçim zamanı geldiğinde birbirini "bizden" ya da "onlardan" diye ayırıyor. Sosyal medyada kardeşini karalayan, siyasi tercihi farklı diye ötekileştiren nice insan var. Üstelik bu ayrışma, sadece siyasette değil; dini cemaatler arasında bile görülüyor. Birlik yerine rekabet, kardeşlik yerine kıskançlık hâkim oluyor.

Hâlbuki Kur'an-ı Kerim bize çok açık bir emir verir:

"Müminler ancak kardeştir." (Hucurât, 10)
Bu ayet, 1400 yıldır değişmedi. Değişen, biz olduk. Kardeşlikten, dayanışmadan, birlikte hareket etme bilincinden uzaklaştık. Birlik olmayı, sadece zor günlerde hatırlıyoruz. Deprem, afet, savaş gibi büyük felaketler geldiğinde yan yana geliyoruz; ama günler geçince tekrar kendi küçük kalelerimize çekiliyoruz.

Oysa gerçek birlik, sadece tehlike anında omuz omuza durmak değil, her gün aynı hedef için çalışmaktır. İslam'ın bizden istediği, birbirimizi sevmek, adaleti yaşatmak, mazluma sahip çıkmak, haksızlığa karşı birlikte durmaktır.

Tarihten ders almak zorundayız. Osmanlı'nın yükselişi, farklı milletleri ve mezhepleri tek bayrak altında birleştirebilme yeteneğinde yatıyordu. Aynı şekilde Endülüs'te Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar yüzyıllarca barış içinde yaşayabildi. Ama ne zaman ki kardeşlik bozuldu, düşman kapıya dayandı.

Bugün de aynı tehlike kapımızda. Eğer Müslümanlar olarak birbirimize sırtımızı dönersek, bizi bölmek isteyenler her zaman başarılı olur. Çünkü tarih boyunca ümmeti zayıflatmanın en etkili yolu, iç çekişmeleri körüklemek olmuştur.

Çözüm belli: Öncelikle birbirimizi "kimlik" ve "etiket" üzerinden değil, "iman" üzerinden değerlendirmeliyiz. Bir Müslüman'ın en değerli sıfatı, "mümin" olmasıdır; parti, grup veya cemaat mensubiyeti değil.

İkincisi, farklılıklarımızı zenginlik olarak görmeliyiz. İslam, farklı dillerin, kültürlerin ve renklerin Allah'ın ayetlerinden olduğunu söyler (Rum, 22).

Üçüncüsü ise, ortak hedefler etrafında birleşmeliyiz: Adalet, barış, ilim ve güçlü bir ümmet inşası.

Biz bu bilince dönmedikçe, safımız hep eksik kalacak. O yüzden soruyu sormaya devam edelim: Aynı kıbleye dönenler, neden hâlâ ayrı saflarda?
Belki de cevabı hepimiz biliyoruz, ama yüzleşmekten kaçıyoruz.

Selam ve Dua İle

Zübeyt BOZKURT

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar